Tunus'lu senarist ve yönetmen Nacer Khemir tarafından 2005 yılında çekilen Bab’Aziz filminin giriş sahnesi şöyle başlar:
İnsanı Allah’a ulaştıran yaratılmışlar adedince yollar vardır.
Daha ilk saniyede hassas ruhları sarsan bir girişle başlar film. Adeta izleyicinin dizini kırıp dikkat kesilmesini emreder. Geniş gönüllü, müsamahalı, affedici ve kuşatıcı olmayı öğütler. Her şeyin yaratanını seviyorsan yaratılmışları da seveceksin; dini, ırkı, doğduğu şehri, mesleği, kabilesi, anne ve babası, oyunu verdiği parti ve yaşam tarzı yüzünden ötekileştirmeyeceksin komutuyla başlar.
Şu günlerde toplum olarak içimizdeki farklılıkları bir kazanım görmek yerine ayrıştırıcı ve güven sorunu olarak servis edilmesi huzurumuzu tehdit etmekteyken; Bab Aziz, doğunun kucaklayıcı yönünü bir seçenek olarak sunar.
Filmin müziklerini Armand Amar yapmış, doyumsuz müzikleri ve replikleriyle dünyamıza yeni pencereler açar Bab’Aziz.
Filmin kahramanı Baba Aziz, yaşlı ve gözleri görmeyen bir derviştir. Çölün bilinmeyen bir yerinde otuz yılda bir yapılan sufi toplantısına katılacaktır. Torunu Isthar dedesine eşlik ederken bu gizemli yolculukta hayatına yön verecek nasihatler dinleyecektir. Fakat Küçük Isthar adresi olmayan buluşma yerini nasıl bulacakları konusunda endişelidir. Yolda karşılaştıkları ‘’farklı’’ insanlarla bilgece konuşmaları, batının doğuya olan sığ, kibirli ve ön yargılı bakışına cevap niteliği taşır. Kaybettiği sevdiğini, kardeşinin katilini arayanlar ve derviş olmak için tahtını bırakan prensle tanışırlar. Filmin sonunda toplantı yerine ulaştıklarında Baba Aziz için bütün yolculuklar bitmiş olur.
Yolda karşılaştıkları güzel şarkı söyleyen ve toplantı yerini soran gence Baba Aziz şöyle der:
Herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır, seninki de sesin. Şarkını söyle yol sana görünecektir.
Filmin finalinden unutulmaz bir replikle devam edelim:
-Hassan, Sen’i bekliyordum.
-Beni mi bekliyordun?
-Ölümüme şahit olman için.
-Neden ben? Ben ölümden çok korkarım
-Biliyorum. Anne karnında karanlıktaki bebeğe denseydi ki:
Dışarıda aydınlık bir dünya var. Yüksek dağlarla dolu, büyük denizleri olan, dalgalanan düzlükleri olan, çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan, dereleri olan, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan. Ve sen, bu mucizelerle yüzleşmek yerine karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun. Doğmamış bir çocuk bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için hiçbirine inanmayacaktır. Tıpkı ölümü karşılarken bizim gibi. İşte bu yüzden korkarız.
-Ölüm her şeyin sonu olduğu için, içinde ışık barındırmaz.
-Ölüm nasıl olur da son olur Hassan oğlum. Benim düğün gecemde mutsuz olma. Sonsuzlukla olan evliliğimin artık zamanı geldi. Beni yalnız bırak.
Filmin etkisinden kurtulup konuyu bağlayalım. Açıklama ve bağ kurma kaygısına girmeden Şair Can Yücel’in Başka Türlü Bir şey şiirini bırakıyor ve iki ayrı konu arasındaki bağı sizin kurmanızı istiyorum.
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava.
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka.
Özkan | 28 Haziran 2021 16:42
Teşekkürler güzel bir yazı. Filmi de bulursam en yakın zamanda izleyeceğim.