34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
3374889฿%-1.32569
Meral Akşener, 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki Büyük Taarruz’un 99’uncu yıldönümü kapsamında Afyonkarahisar’a geldi. Akşener, ilk olarak Kocatepe’deki anıtı ziyaret etti. Anıta çelenk bırakan Akşener, Kocatepe Meydanı’nda vatandaşlara seslendi. Akşener, daha sonra; Afyonkarahisar programını takip eden gazetecilerle bir araya geldi. Akşener burada yerel seçimlerde ittifaka dair açıklama yaparak 6 partinin tüm şehirlerde birlikte hareket etmesi beklentisinin yanlış olduğunu ancak yerel teşkilatların birlikte çalışma yapabileceğini ifade ederek “Bütün siyasi partilere, ayrı ayrı girmemiz açısından bir çağrıda bulundum. Ama nereye doğru gider, nereye evrilir onu bilmiyorum. Biz her yerde tek başına girecekmişiz gibi bir çalışma yapıyoruz. Ama bir şey daha söyledim: Yerelde teşkilatlar birbiriyle bir çalışma yapabilirler. Ona dair bugünden bir şey söylemek mümkün değil” dedi.
Akşener CHP lideri Kemal Kılıçdaoğlu ile ilgili açıklamalarının da yanlış anlaşıldığını ifade ederek “Ben Sayın Kılıçdaroğlu’na teşekkür ederek 15 milletvekilinin gidip istenmesinden pişmanım dedim. Bunun CHP veya Sayın Kılıçdaroğlu’yla alakası yok. Kendi partimizdeki arkadaşlarımıza, başta ben olmak üzere dedim ki biz savaşmalıydık. Kimle? Yanlış iş yapan YSK’yla. Kimle? Sayın Erdoğan ve AK Parti’yle. Hukuksuzlukla biz mücadele etmeliydik. Etmedik. Ve gittik CHP ve 15 milletvekili… Sayın Kılıçdaroğlu’na defalarca teşekkür ettim, etmeye devam ediyorum. Bu CHP’yi ilgilendiren bir durum değil. Konu o değil.” dedi.
Basın mensuplarının Akşener’e yönelttiği sorular ve yanıtlar şu şekilde:
(Her ilde belediye başkan adayı çıkarma kararınız İstanbul ve Ankara’yı da kapsıyor mu?)
Biz teşkilatlarımızla, GİK üyelerimizle, milletvekillerimizle sonucu anlamak amaçlı ayrı ayrı toplantılar yaptık. Doğal olarak iki büyükşehire odaklanıyor herkes. Genel seçimlerde biz yenildik, kaybettik. Kimseyi de suçlamıyorum ben bu konuda. Ortağız ve o altı siyasi parti, hepimiz bir pay sahibiyiz o konuda. Yani sonuçtan sorumluyuz. O nedenle bu tür kamplaşan kutuplaşan sistemlerde, seçmenin tercih noktasında bir özgürlüğü yok. Halbuki yerel seçimler yüzde 50+1 değil, onun için ben bütün partilere yani AK Parti, CHP, MHP, DEVA, Gelecek gibi bütün siyasi partilere ayrı ayrı girmemiz açısından bir çağrıda bulundum. Ama nereye doğru gider, nereye evrilir onu bilmiyorum. Biz her yerde tek başına girecekmişiz gibi bir çalışma yapıyoruz arkadaşlarımız talebiyle. Ama bir şey daha söyledim: Yerelde teşkilatlar birbiriyle bir çalışma yapabilirler. Ona dair bugünden bir şey söylemek mümkün değil.
Şöyle bir durum var: Ucuz etin yahnisi lezzetsiz oluyormuş. Biz 2019’da kendimiz teklif ettik. Herkes belediyelerden genel müdürlükler üzerinden yürüdü. Bunu çok büyük hakaret saydım ben, söylemedim ama hakaret saydım. Şimdi çıkaracağım bütün listeleri. Bakalım kaç tane genel müdürümüz varmış ne yapmışız ne etmişiz? Böyle bir talebimiz hiçbir zaman olmadı. Sürekli buradan hırpalandık. Kendini pis hissediyorsun. Halbuki ben psikoloji ve sosyoloji çalışmış bir insanım. 2018’de de ‘Bu seçim birinci turda alınacak’ hayaliyle gitti. 2018’de Ekmeleddin İhsanoğlu kadar oy aldık mı hepimiz? 2018’de ben, Sayın Muharrem İnce ve Sayın Temel Karamollaoğlu toplamda İhsanoğlu kadar oy aldık. Ne oldu? Muhalif seçmen yere yapıştı, morali bozuldu. Ben, kendi ailemden insanları biliyorum. Benim ve partimin amacı belediye almak, bir şey olmak falan değildi. Seçmeni 2023 için ayağa kaldırmaktı. Ben bunu sizler aracılığıyla defalarca anlattım. Biz o zaman 19 ilçe belediyesi almıştık. Bu kadar uzun yıllar aktif politika yapmış bir şahıs buna evet der mi? Demez. Buradaki en önemli hedef de İstanbul’du. Tayyip Bey’in kalbi olan, yüreği olan yer. Bizim oylarımızla alındı falan demiyorum. Elbette oylarımız var, elbette herkesin oyu var. Hiçbir zaman ‘Biz kazandırdık’ dedim mi ben?
Çok da güzel yüründü ve bir başarı kazanıldı. Şimdi bu başarının sonuçları itibariyle seçmen ayağa kalktı ve ‘biz kazanabiliriz’ noktasına gelindi. Milletin şuurunun altında ne var diye baktırdığımda başarıya özlem çıkmıştı. İmparatorluk bakiyesi olmanın getirdiği başarıya özlem. Mağdurun yanında olmak falan gerilerde. Ben de dahil hepimizde var o özlem ve bunu hep beraber başardık. İYİ Parti başardı diye bir kavramımız yok, ama o süreç içerisinde sürekli gagalanan bir İYİ Parti oldu.
Arkasından bu iki arkadaşımızı çok sevdi insanlar. Ben sevdirmedim veya ben nefret ettirmedim. Ben Sayın Erdoğan’ın yürüyüşünü bilen birisiyim. Sayın Erdoğan bir yürüyüş yaptı. Mahkemeye gidip, hapsolması nereyle alakalı? Siirt’te okuduğu bir şiirle alakalı.
Şimdi de aynı şey yaşandı. Dolayısıyla vatandaş hem Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nda hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nda aynı şeyi gördü. İki yıl evvel ben, Koray Aydın, Uğur Poyraz, Cihan Paçacı ve Salim Ensarioğlu beş kişi CHP’ye gittik. Daha masa falan kurulmuş değildi gittiğimizde. Onlarda da Oğuz Kaan Salıcı, Selin Sayek Böke gibi yönetici isimler vardı. Başka yani onlar beş kişi biz beş kişiyiz. Açık açık, ‘Bu iki arkadaşımızdan birini aday gösterecekseniz biz varız. Yok eğer yapmayacaksanız o zaman geriye çekin’ dedim. Ben zannettim ki CHP bu arkadaşlarımızdan birini aday gösterecek. Çünkü bütün anketlerde kendileri de varlar. Şehir şehir gezebiliyorlar, o
popülarite artarak devam ediyor. Ne zannedersiniz siz? Yol veriliyor zannedersiniz.
Bu iki arkadaşımız gerçekten kamuoyunda müthiş bir karşılık buluyorlardı. Ben ondan sonra kendim aday olmayacağımı ilan ettim ki bazı şeyleri söyleyebildiğimde insanlar samimiyetime inansınlar. İYİ Parti olağan şüpheli şeklinde her bir konuda her bir kötülüğün anası gibi ilan edildi. Ben 45 ilde Sayın Mansur Yavaş’ı da yanıma alarak, şahit tutarak miting yaptım. Partinin parasıyla yani bir de kimseden yardım almadan, özellikle CHP’den hiç kimseyi çağırmadık. Sayın Kılıçdaroğlu’nun arkasında durma kararı verildikten sonra şüphesiz çalıştım. Ben de arkadaşlarımız da devam etmesini sağlamaya çalıştık ve alkışlar arttı. Bizim seçmenimizde bir sempati oldu, ‘Biz bu işi yapacağız’ inancı oluştu.
Kazanamadık. Kazanamamanın sonuçları hepimizin. Bilerek ben 100 güne yakın süredir konuşmuyorum. İzmir’i, Eskişehir’i istediğim konuşuluyor. Ben ne Sayın Kılıçdaroğlu’yla ne de bir başka liderle en küçücük bir konuşma yapmadım. Hakikaten ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz ve bir beyanatım yok. Yani seçim gecesi bir de bir belediyede o da genel çerçevede yani seçim kaybedildiyse kaybedilmiştir. Bunun sonuçlarına bakmamız lazım dediği bir şey.
Bizim partimizin görüşü; her bir ilçe, belde, şehirde kendi adaylarımızla gitmeye yönelik organize olmak. Bu ittifak işi Türkiye’yi gerçekten uçuruma götürüyor. Sonuç itibariyle mümkünse bütün partilerin tek başına girip, yerel seçimi gerçekten yerel seçim haline getirmeye gayret etmek istiyoruz. Bugün ben hem Sayın Kılıçdaroğlu’na hem Sayın Bahçeli’ye hem de Sayın Erdoğan’a bu konuda çağrıda bulundum. Göreceğiz bakalım nasıl bir şey olacak. Ama dediğim gibi bazı yerlerde bazı anlaşmalar yerelde olabilir. Onları henüz konuşmuş değiliz. Ama partilerin bir araya gelmesi, ortak adaylar belirlenmesi gibi bir kısmı yok.
(Bir araya gelme suretiyle bir şey yok mu?)
Hayır öyle bir şey yok. Ben izledim, tahmininizden öte çok şey izledim. Kim ne söyledi, ne yaptı biliyorum. Mesela dikkatimi çekti, Sayın Babacan ‘Biz kimseden bir talepte bulunmadık, bizden talepte bulunuldu’ dedi. Haklı, çünkü o masaya Sayın Babacan’a ve DEVA Partisi’ni davet eden Sayın Kılıçdaroğlu. Sayın Nedim Yamalı ‘Biz Cumhuriyet Halk Partisi tabanını, seçmenini mutlu etmek mecburiyetinde değiliz’ dedi. Haklı, çünkü onları da Cumhuriyet Halk Partisi ve Sayın Kılıçdaroğlu davet etti. Yani altı kişilik masayı kuran Sayın Kılıçdaroğlu ve bizlere gelince biz de o davetlere icabet ettik. Orada bir sistem oluşturmaya çalıştık. Sonuç itibariyle o oluşturduğumuz sistemi yeteri kadar anlatamadık muhtemelen. Bazı arkadaşlar, diğer siyasi partiler güven veremedik diyor. Sonuç itibariyle biz kaybettik. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen partili cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirme eylemini, işlemini kaybettik. 2017, 2018 ve 2023’ten beri üçüncü kere onaylanıyor. 2023 bir şanstı, biz hep beraber o şansı kullanamadık. Ben şu suçlu, bu suçlu demiyorum. Hep beraber ortağız biz bu konuda. Ama elini yıkayıp çıkmak diye bir kavram da olamaz yani.
(İstanbul ve Ankara’daki belediye başkanları Millet İttifakı’nın adaylarıydı. Türkiye’yi yönetmeye aday gösterdiniz. Bu isimlerin karşısına İYİ Parti nasıl aday çıkaracak?)
Arkadaşlarımızın ekspertizinin eksik olduğu, fazla olduğu üzerinden bir şey söylemiyorum. Türkiye’de ‘İYİ Parti seçmeni Cumhuriyet Halk Partisi veya bir başka siyasi parti veya bir başka meşhur bir hareket yapılırsa peşinden koşar’ gibi bir algı var. Yok böyle bir şey. Nitekim olmadığı ortaya çıktı. Biz yüzde 10 civarı oy aldık diyelim. CHP ve YSP’nin oyunu da toplayın, Sayın Kılıçdaroğlu’nun oyu çıkıyor. Hani bizim seçmenimiz oy vermeye gitmemişti? Bunu konuşanlar var, matematik bu. Hadi toplayın. Bizim oyumuzdan oy gitti. Yani bir bedel de ödedik. Bu yapılanların karşılığında dediğim gibi bu iki arkadaşımızın karşısına aday çıkarılacak, çıkarılmayacak konusu günü geldiğinde bakılır; amma velakin çıkarıldığı takdirde de bizim aday gösterdiğimiz, proje üzerinden konuşacak. Yani biz ‘bunlar ocudur, şucudur, bucudur’ demiyoruz. Demeyeceğiz. Eğer ittifaklar üzerinden yerel seçime gidilirse, görürsünüz ki aynı oculuk buculuk üzerinden birbirimizi yediğimiz ondan sonra o yerelde insanların ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağının konuşulmadığı bir seçim olur. Biz buna karşıyız.
(Cumhurbaşkanlığına layık gördüğünüz kişilerin karşısında tekrar aday çıkarmak…)
Konuşmamda, ‘Biz bazı el sıkışmalarının karşısında olacağız’ dedim. Bir türlü bunu anlatamadık. Mesela yönetilemeyen bir sürü şey var. Sürekli olarak HDP bu seçimde beyanat verdi, ta ki 14 Mayıs’a kadar. Ben arkadaşlarımıza, ‘En çok ne yaşadınız’ diye sordum. Köylere, ilçelere gittiklerinde elini uzatmışlar, ‘Teröristin elini sıkmam’ demişler. Bunu biz yenemedik. Bu niye oldu hala bilmiyorum. Ama sonra aynı HDP 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasında hiç kelam etmedi. Dolayısıyla ne olduğunu anlayacağız hep beraber. Sürekli inanamadığım şeyler yaşandı, ‘sabır hacı’ diyerek gezdik.
(Burada farklı bir iş birliği mi olmuş olabilir?)
Ben hiçbir şey ima etmiyorum, bir genel yönetimsizlik oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimini Sayın Kılıçdaroğlu kazansın diye YSP aday çıkarmadı. Biz de Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekledik. Şimdi bunun ötesinde sürekli bizi itham eden, durup dururken, ya ağzımızı açmadan, açsak kim bilir neler olacakmış? Sürekli gürültü oldu farkında değil misiniz? Bu gürültü niye oldu bilmiyorum. Bizim seçmenimizin başka alanlara kaymasında çok önemli etkisi oldu. AK Parti’den kopup, bizim üzerimizden Millet İttifakı’nın adayına, bize oy verip destekleyebilecek seçmen bu teröristlik hikayesinden dolayı vazgeçti. 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a kadar olan süreçte ben yine çalıştım. Ama bu arkadaşların bu kadar yüksek sesle bağırdığını, gürültü çıkardığını hiç duymadım.
(Masadan kalkmanızın bir güven bunalımı yarattığı konuşuluyor ve mağlubiyetin sorumlusu olmakla suçlanıyorsunuz…)
Başımın üstüne, ama velakin köylerde ‘Bu kafayla gidin askere, tez alırsınız tezkere’ diye bir söz vardır. Tekrar söylüyorum, bütün her şey açık. Hiçbir şey gizlemedim ben. O gün (2 Mart) masaya yöntem tespit etmek üzere gittik. O masadaki görüşmelere dair hiç konuşmayan insanlardan birisiyim. Oradan bir sürü haber değeri çıkartan pek çok insanımız oldu. Ama ben özele hiç girmedim. Çünkü bizim ahlakımız öyledir. Ama yapılmayan işleri söyledim. Aday hiç konuşulmadı, yani o hafta toplandığımızda seçim kararı alınmıştı ve adayın nasıl belirleneceği konuşulacaktı. Ben partimden hangi yöntemleri konuşulacağına dair yetki aldım. Önerim, her siyasi parti birer güvendiği şirketi göstersin, aday için de herkes de şunlar şunlar diye isim versin ve onlara bakılsın. Kim çıkarsa kabulümüzdür. Gittik ve birdenbire ‘kim olsun?’ kısmına geçti iş. En sonunda bana geldi söz, sonra ben öneride bulundum. Ben de ‘Bu iki arkadaşımız babamın oğlu değil. Herhangi bir alışverişimiz de yok. Dolayısıyla bu insanları vatandaş istiyor’ dedim.
(Siz iki belediye başkanının ismini orada verdiniz yani…)
Verdim tabii! Sonuç itibariyle kabul görmedi. Ben mesela hiçbir zaman o masaya kumar masası demedim. Ben masa için ‘Noter masası olmaz’ dedim. Bunun üzerine dendi ki ‘Meral Hanım kabul etmiyorsa biz beşimizi imzalayalım.’ Ben de ‘Peki, iyi; gideyim o zaman’ dedim. İki arkadaşımız devreye girdiler ve o metni imzaladık. Yani tekrar benim gelip partimle konuşmak üzere konuştuk ve anlaştık. Ve sonrasında o sert konuşma çıktı. O konuşmayı ben kendim yazdım; günahı, sevabı bana ait. Amma velakin sonra aradan iki gün geçti zannediyorum, Sayın Ekrem İmamoğlu beni aradı ve ‘Biz gelmek istiyoruz’ dedi. Ben de ‘Sayın Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi?’ dedim. Olduğunu söyledi, sonra birden CHP bünyesinde sanki özel bir görüşme yapacakmışız gibi ifşa oldu. Sonra bu görüşme kaldı. Arkasından gece on civarında Sayın İmamoğlu beni aradı ve ‘Biz evinize gelmek istiyoruz’ dedi. Ben de ‘Gizli mi açık mı? Sayın Kılıçdaroğlu’nun bilgisi var mı?’ dedim, ‘Bilgisi var’ dedi. Ben bir sitede oturuyorum, dolayısıyla yayılsın istemiyorum, insanların durumunu bilmediğim için. Sonuç itibariyle saat ikiyi geçiyordu ki geldiler. Ve ben ikisinin adını masaya getirdiğimde Allah şahidimdir, iki arkadaşımıza da ‘Siz ne diyorsunuz?’ demedim. Orada sordum ikisine de ‘Aday olmaz mısınız?’ diye.
(İki belediye başkanına kırgınlığınız var mı?)
Hayır benim hiç kimseye kırgınlığım yok. Kendimi anlatamama ve partimin duruşunu
iletememe gibi bir sorunum, sorunumuz var. Çünkü maalesef sizlerin temsil ettiği siyasi alanlar çok ön yargılı. Bizim gibileri cahil, aşağıda gören bir şey. Bana neyi hatırlatıyorsunuz biliyor musunuz? Yıllar evvel ben İçişleri Bakanlığı görevine geldim, sonra bitti işler. Bir adam bir kitap yazdı. O kitapta benimle ilgili, ‘Kara kuru, cılız, kafası büyük, elleri büyük kadının adı Meral Akşener. Yer silmekten, yer ovmaktan, cam silmekten elleri kocaman olmuş. Tahıl yemekten kafası kocaman’ diyor. İğrenç bir yazı. Bu köyde doğmuş bir kadının bu Cumhuriyetin verdiği imkanlarla okuyup şuraya gelmiş bir şahsın o ön kabulle nasıl görüldüğünü gösteriyor. Ben onu gördüm bu süreç içerisinde. Bu aşağılanmayı gördüm.
(Sonra Saadet Partisi’ndeki toplantıya dönme kararı aldınız…)
İki arkadaşımız Kemal Bey’in bilgisi dahilinde bazı şeyler söylediler ve kendilerinin yetkili ve icracı iki başkan yardımcısı olacaklarını belirttiler. İcracı ve yetkili kısmı çok önemli. Sonra bunun üzerine onlar beni ikna etti. Çıkıp ben ‘Böyle olsun’ demedim, ama mantıklı oldu. Sonra partimde GİK ve milletvekillerinden kimler varsa onları topladım ve bu teklifi anlattım. Nasıl gördüklerini sordum. Çok enteresan, yani kimisi biliyorsunuz HDP’yle yan yana geliyoruz diyerek ayrılıyor bizim partiden, kimisi başka bir nedenle ayrılıyor. Ama ilginçtir, Tolga Akalın, Rıdvan Uz, Bilge Yılmaz, Ümit Dikbayır baktı bana doğru. Aslında karşıydılar o masaya oturmama. Ve sonuç itibariyle diğerleri ‘evet’ dedi. Bunlar yalnızca açıkça hayır dediler. Kabul edenler, kabul etmeyenler diye oyladım. Yavuz Ağıralioğlu da ‘evet’ dedi buna. Partim karar aldı ben gittim. Gittiğim zaman ben bütün arkadaşların bu işi bildiğini zannediyordum. Hatta ben biz de tekrar bir danışma kurulu haline döneriz zannettim. Mesela Sayın Babacan’ın bundan bilgisi olmadığı ortaya çıktı ve karşı çıktı.
Sonuç olarak işte bir noktada uzlaşıldı. Şimdi bugün bakınca daha doğru olduğu ortaya çıkıyor. Bu iki belediye başkanının da yardımcı olarak kalması halinde belki durum biraz daha farklı olabilirdi. Ama bakıyorum bir PKK’lı üzerinden ben FETÖ’cü olmuşum. Bütün bu süreç içerisinde, 2016’da açılan bu davanın üstüne ben partinin kurulmasında yer almışım, genel başkan olmuşum. Millet İttifakı’nın içine katılmışım. Kocamın, oğlumun, çevremin, neyim var, neyim yok, malın, mülkü her şey araştırılmış. Ben ilk defa da araştırılmıyorum. Telefon kayıtları şunlar, bunlar her şeyler araştırıldı. Bir gün sokakta ‘Bu FETÖ’cü kadın’ diye üzerime birisi yürüse bana bir şey yapsa sorumlusu var. Bakın kimse bunları konuşmuyor ve bir kısım arkadaşın ‘Acaba Tayyip Erdoğan’la anlaşmış olabilir mi gibi bir yüz ifadeleri, ses tonları’ kadar incitici bir şey yok. Bugüne kadar ben uzlaşmamışım, en korkulu zamanlarda uzlaşmamışım… Çok çok ayıp bir şey. Yedi senedir çektiğim eziyeti herkes biliyor, evim basıldı daha ne olsun! Biz bunlardan bıktık kardeşim artık. Şimdi canı isteyen, canı istediği biçimde konuşabilir. Biz yolumuza bakacağız.
(Yani bir ittifak çatısı altında bir seçim işbirliği olmaz, ama yerel düzeyde iş birlikleri olabilir mi?) Şimdi Cumhur İttifakı etle tırnak gibi. Dolayısıyla onları ayırıyoruz. Onlar böyle mezara kadar böyle bir değişik iş. Ama biz ayrı ayrı partilerin bir taraftan da kendini muhafaza etmeye gayret ettiği ama bu seçimlerde gördük ki tahammül yok, tahammül. Yani ayrı olmaya tahammül yok. Dolayısıyla tekleştiği, aynılaştırılmaya çalışıldığı bir süreçten geçtik. Kimseye faydası olmadı. Ve bir duymama hali var. Şimdi dolayısıyla Millet İttifakı ya da Cumhur İttifakı genel seçim için 50 artı 1 sebebiyle geçerli. Amma velakin yerel seçimlerde böyle bir durum yok. Zaten o manada bir ittifak yapamıyorsunuz.
Ne oluyor? Aday çıkarmıyorsunuz? Mesela biz İstanbul, Ankara, Aydın, İzmir. İzmir’i zaten CHP kazanır. Mersin’de ayrı çıktık. Adana, Aydın, Muğla bunlar da aday, Tekirdağ, Edirne yani büyük şehri küçük şehri her neyse hiçbirinde aday çıkarmadık. Şimdi Kayseri, Denizli, Balıkesir, Manisa gibi büyük şehirlerde de CHP çıkarmadı. Dolayısıyla bir oy tamamlama haline dönüyor. Dolayısıyla da bu bir ittifak olmuyor. Bu şehirsel bir iş birliği. Şehirlere dair bir iş birliği. Orada bir sorun yok. Ama bir şey zorlanıyor farkında değil kimse. Aynı böyle altı kişi rap rap rap rap gideceğiz. Türkiye’yi paylaşacağız. Böyle bir durum yok diyorum. Ben bir çağrı yaptım. İnşallah bu ulaşır. Bütün siyasi partiler ayrı ayrı girsin. Ve yerelde şuculuk buculuk üzerinden değil hizmetler üzerinden. Zaten seçmen o zaman farklı farklı oy kullanabiliyor. İşte bu tarzdaki yerlerde seçmen en uygun kimse ona oy verir. AK Partili gidip bir başka partinin seçmenine oy verebiliyor. MHP’yle aynı şey adayına oy verebiliyor. MHP’ninki aynı İYİ Parti’ninki aynı hiç ayırt etmeden bütün siyasi partiler açısından böyle bir durum olabiliyor. Bu Türkiye’yi rahatlatır. Bu bir çağrı. Yarına ne olacak? O ayrı bir konu. Yine şehirlerde iş birliği yapılabilir. Tabii ki yapılır.
Parlamenter sistem hedefini de artık rafa mı kaldırmış oluyorsunuz…Şimdi Erdoğan’ı değiştirme hedefi de mi değişti? Son dönemi Erdoğan’ın. Hukuken. Meclis’te onları bilemem. Yani onları bilemem. Onları bilemem.
(İstanbul kaybedilirse de bunun faturasının size çıkartılma ihtimali de çok yüksek…)
Çıkarsa çıksın. Bakın azıcık düşünecek herkes. Hepimiz insanız. Siyaset insan odaklı bir iştir. Ben Sayın Kılıçdaroğlu’na teşekkür ederek 15 milletvekilinin gidip istenmesinden pişmanım dedim. Bunun CHP veya Sayın Kılıçdaroğlu’yla alakası yok. Kendi partimizdeki arkadaşlarımıza, başta ben olmak üzere dedim ki biz savaşmalıydık. Kimle? Yanlış iş yapan YSK’yla. Kimle? Sayın Erdoğan ve AK Parti’yle. Hukuksuzlukla biz mücadele etmeliydik. Etmedik. Ve gittik CHP ve 15 milletvekili… Sayın Kılıçdaroğlu’na defalarca teşekkür ettim, etmeye devam ediyorum. Bu CHP’yi ilgilendiren bir durum değil. Konu o değil. Konu biziz. O gün bile ben Sayın Kılıçdaroğlu’na tekrar teşekkür ederim dedim. Çok ustaca çarptırıldı. Problem yok. Çarptırmaya devam. Tekrar söylüyorum. Bu akılla askere, tez alınır tezkere.
Şimdi bu parti evet ağzını açan söylüyor ‘İYİ Parti, CHP olmasa yoktu’. Doğrudur. Olmasaydı ne olacaktı? Bugün neyi konuşur olacaktınız siz? Bak ne güzel sorular soruyorsunuz. Harika sorular soruyorsunuz. Neyi konuşuyor olacaktınız? İYİ Parti’de bir kavram olmasaydı. AK Parti kaç milletvekiliyle girecekti Meclis’e. Düşünün. Bizim aldığımız oy CHP’den mi? Hayır. Azıcık bir puan artsın, niye hesaplar bozuluyor? Halbuki oradan birbirimize geçirgenlik yok. Bilinenin tersine. Bakın. Cumhur’da da bu böyle yani yankı odası diye kibar kibar anlattığım şeyler olmamış olsaydı AK Parti’den kopan seçmen bize gelebilirdi. Milliyetçi Hareket Partisi hendek oldu. Bunların sorumluluğunu da sizler alacaksınız. Her şey benim suçum kabulüm. Bak bütün suçları kabul ettim. Ama sonrası şimdi Cumhuriyet Halk Partisi önemli bir milletvekili görevi var mı bilmiyorum. Çıktı televizyonda anlatıyor. 15 milletvekilinden çıktı yola izlememiş…Mahsus aradım kendisini. İzlediniz mi dedim? Hayır dedi. Neye göre söylüyorsunuz? Öyle dediler, soru öyle dedi.
İYİ Parti o zaman 15 milletvekili desteğiyle olmamış olsaydı seçime girmemiş olsaydı İstanbul olacak mıydı kardeşim? O sinerjiden bahsediyorum bakın. O insan sayısından bahsetmiyorum. İstanbul’da birinci turda 13 bin 500 fark var. Bakın bakayım kimlerin oyu. O fazlalık. Defalarca anlatmaya çalıştım. Bakın bakayım kimlerin oyu. O kadar enteresan ki, hep söyledim. HDP seküler Kürtlerin oy verdiği bir parti. Seküler Kürtlerle, seküler Türkler aynı. Ojelerimiz bile aynı. Amma velakin dindar Kürt’le dindar Türk arasında müthiş fark var. Gidin Bağcılar’a bakın. Yani Bayburtluların, Gümüşhanelilerin o en sert dindar Türklerin evlerine bakın. Girin içine. Bir de dindar Kürtlerin mezheplerinden kaynaklanan o yani dindarı gerçekten dindar Kürt’e göre daha kavi yani. Daha sofu.
Şimdi o insanlara bakın Bağcılar’da… Defalarca söyledim. Dedim ki Bağcılar’ın seçmeni HDP’ye genel seçimde yüzde 14 oy verir, yerel seçimde 3,5-4’e düşer. Aday çıkarmasına rağmen. Nereye verir? AK Parti’ye verir. Bu seçimde büyük bir çoğunluk sandığa gitmedi. Bakın bakalım. Onun için Tayyip Bey bunu fark ettiği için seni hapsettireceğim dedi. Niye kafa yorulmuyor bunlara? Bu kadın bir şey yapmaya çalışıyor. Kendine bir şey istiyor mu? Hayır. Partisine bir şey istiyor mu? Hayır. Dolayısıyla şimdi kendimi nasıl hissediyorum? Yani arkadaşım da muhtemelen öyle hissediyordur. Şimdi Osmanlı’nın subayı gitmiş Erzurum’a. Savaşta şey isteyecek, asker isteyecek, ondan sonra demiş ki köylü kafayı kaldırmış. Demiş ya bu Osman’ın önüne gelene savaş açıyor. Benim zürriyetime mi güvendi?
Şimdi eğer biz muhalifsek bu iktidarı ve bu sistemi değiştirmek istiyorsak cahil muamelesi yapmayalım birbirimize. Böyle hani o adamın yazdığı gibi ‘kara kuru kafası büyük, eli kocaman kadının adı Meral Akşener’den’ gidilirse e olmaz işte o zaman.
(Ümit Özdağ’la yapılan gizli protokolden haberdar mıydınız)
Hayır gerçekten haberim yoktu. Yalnız şöyle bir şey oldu. Şimdi biz 17 Mayıs’ta toplandık. Yani altı lider bir araya geldik. Seçim var. Ve Kemal Bey bize bazı arkadaşlarla yani Sinan Bey, Ümit Bey gibi arkadaşlarla görüşmek istediğini söyledi. Ve sonuç itibariyle hepimiz görüşmesinden yanayız. Hatta ben görüşebilirsiniz dedim. Ve ben bir şey daha ekledim. Sayın Muharrem İnce Beyefendiyle de görüşmesini istedim. Yan yana gelmek için. Dolayısıyla biz bu görüşmelere yetki verdik. Tamam. Sonrasında Kemal Bey’in bir bilgi verdiği dönem oldu. O da şu. O meşhur 7 maddelik mutabakat metni. Ben bizi ilgilendiren bir durum yok bunun içinde dedim. Dolayısıyla o tamam. Ama diğer o İçişleri Bakanlığı, şunlar, bunlar mevzusundan vallahi bilgimiz yok. Hiç kimsenin bilgisi yok. Ama daha enteresan bir şey söyleyeyim Sayın Özdağ 24 Mayıs’ta bir gün evvel ben İçişleri Bakanı olursam bunlar gidecek dediğinde sonra bir yalanlaması oldu. Onu bana 24 Mayıs’ta İstanbul’da ben Kemal Bey için çalışırken bu soruyu bana sordular. Ben de yetki verdiğimizi, bu görüşmeleri yapmakta serbest olduğunu İçişleri Bakanlığı’nı da vermeye kalkışırsa da yani kendi sistemi içinden verebileceğini söyledim. Yani bilgim yok.
(Kemal Bey’e sordunuz mu? Böyle bir şey var mı? Yok mu?)
Hayır ben hiç kimseye hiçbir şey sormadım. 14 Mayıs’tan sonra 28 Mayıs’a kadar hakikaten Allah şahit, bana Kemal Bey, İstanbul’da çalışırsanız sevinirim dedi. İstanbul’un bazı yerlerinde ben oralarda nokta faaliyeti şeklinde çalıştım. Burada ilginç olanı şu. Kemal Bey’le Ümit Bey bir protokol imzalıyor. Sonra bu iş oluyor. Asıl proses bu. Sayın Davutoğlu Kemal Bey’i arıyor. Yok böyle bir şey diyor. Sonra Karar televizyonuna çıkıyor Sayın Davutoğlu. Orada bunu söylüyor. Sonra oradan çıkınca Kemal Bey hatırlamış konuyu anlatıyor. Ve sonuç itibariyle televizyona çıkıyor. Ve o televizyonda diyor ki birbirimizin namusudur. Şimdi son dönemde Türkiye’de ilginç şeyler oluyor. Ben Doğru Yol Partisi’nden ayrılmış ve Doğru Yol Partisi’nin gerçekten yani Tansu Hanım’la özdeşleşmiş bir politikacısıydım. Sonuçta ayrıldık. Ayrıldığımızdan itibaren çok şeye vakıf bir insan olmama rağmen ne Sayın Çiller hakkında, ne Doğru Yol Partisi hakkında ve ondan sonra da MHP’ye geçmeme rağmen bir tek özel, tüzel gizli bana emanet edilmiş hiçbir şeyi konuşmadım. Hiçbir arkadaşımız, ayrılan hiçbir arkadaşımızla konuşmadı. O yılların Türkiye’siyle bu yılların Türkiye’sinin geldiği nokta üzerinde çok düşünüyorum.
Şimdi bizim partimizde her şey şeffaftır. ‘Bana özel söylendi’ diye konuşulan hiçbir konu doğru değildir. Mesela anlatıyor arkadaşlar. Bizim her şey şöyle bir divanda konuşulur açık açık. Sonra da daha da genişlerse il başkanları da bilir. Ben ne biliyorsam herkes bilir dolayısıyla sanki böyle özel, gizemli işler varmış gibi durum yok. Şimdi dönersek namus meselesine bu iki erkeğin birbirine emanet ettiği bir durum, birisi diyor ki bu iş böyleydi. Benim bu işe karışmam, laf söylemem çok doğru değil. Onların arasında bir durum.
Uzun bir süre ben vatandaş odaklı çalıştım. Biraz teşkilatlarımızı ihmal ettim. Şimdi teşkilat gezeceğim. Ondan sonra da diğer tabii o gittiğim yerlerdeki STK’lar vesaire onlarla da görüşeceğim. Bugün de benim bir çağrım oldu şimdi Sayın Bahçeli’ye. Yalnız girmek üzere. Hür bağımsız şeklinde. Umarım Semih Yalçın küfretmez. Ben herkesi davet ettim bugün.
(Ekrem İmamoğlu davasında HSK heyetinin değişikliği…)
HSK’nin Ekrem Bey’le ilgili ön kapatmaya yönelik her türlü tasarrufun elbette karşısında demokrasi açısından, hak ve hukuk, adalet açısından karşısında olurum. Dün olduğu gibi bugün de olurum. Ama bazen Ekrem Bey’in bu tür haksızlığa uğramasında yanında olunduğu zaman özellikle bazı bazı arkadaşlarımız yani ipin ucunu ve işin ucunu o kadar kaçırıyor ki yani nereye çeksen oraya gidecek cümlelere kadar gidiyor iş…Dolayısıyla dediğim gibi hak, hukuk, adalet konusundaki her yanlışın karşısında elbette oluruz. Ekrem Bey an itibariyle elbette amiri Sayın Kılıçdaroğlu’dur. Ama Millet İttifakı’nın da belediye başkanıdır.
Bu arada yani bizim İstanbul’da sadece iki genel müdürümüz vardır. Başka da hiçbir şeyimiz yoktur, bilginize. Biri ağaç işleri, biri de bu güvenlikle ilgili…Güvenlik AŞ’nin genel müdürleri İYİ Parti’dendir. Geri kalan her şey ve herkes birilerine aittir. İnşallah İstanbulluya aittir. Dolayısıyla yani herhangi bir durumumuz yoktur. Bunu da söylemiş olayım. Her çıkan bunu konuşuyor. Bundan sonra bir şey fark ettim. Olgunluk, saygı duymak, saygılı davranmak asla önemli bir şey olarak görülmüyor ülkemizde. Bundan sonra herkese her şeye cevap… Yeni yöntem bu.
(Bugün konuşmamızda özellikle yabancı uyruklu insanların sığınmacıların da altını çizdiniz. Bundan sonraki sığınmacı politikası üzerine mi durulacak?)
Diğer partileri bilemem. Biz Milli Göç Doktrini diye bir şey hazırladık. Bir yol haritası hazırladık. Çok da makul, ya makul derken atmasyon değil. Ciddi ciddi çalışan, bilimsel bir yol haritası. Hatta dedim ki ben yani beş sene bunlar iş başında olduğuna göre alın kullanın.
Şimdi bu sığınmacı meselesi çok ilginçtir. 1996’nın Kasım’ında İçişleri Bakanı oldum. Vallahi iki hafta mı, üç hafta mı sonra müsteşar bey geldi bana. Dedi ki size bir brifing verilecek. Kim? Genel müdür. Ona müsteşar, dışişleri, jandarma ve MİT…
En acemi zamanım benim. Yani böyle kocaman adamlar yani. Ben kırk yaşındayım. Böyle altmış yaş grubundan insanlar büyük bir ciddiyet içinde yarım gün boyunca bakın o gün iklim krizi yok. Böyle bir göç dalgası falan yok. Göç üzerine sığınmacı üzerine bana brifing verdiler. Dedikleri şey şu; ‘Türkiye hendek ülke yapılmak isteniyor.’ Bu hendek sözü onlardan bana, benden de kamuoyunadır. Hendek. Şimdi kullanılıyor hendek. Onlarındır yani. Bu devletin sözüdür. İşte sizden dediler ‘Sayın Bakanım. Ha bire şunlar, şunlar istenecek. Sakın bunlara evet demeyin.’ Yani bu geri kabul anlaşmasının benzeri. Velhasıl kelam söylenen şey şu; ‘bunları imzalamayacaksınız.’ O günden beri de elinde olmadan insan bakıyor. 2010-2011-2013’te bu konuda yani gerçekten düşmanlık da yaratmadan verdiğim demeçler var. Bu bilgi üzerine. Şimdi ne var? Şey var. İç savaşlar var. İklim krizi var. Suriye’de ne yaptığımız belli değil… O blok halinde bir Suriyeli meselesi var. Ve sonuç itibariyle sınırları kevgire dönmüş bir Türkiye var. Demografiyi değiştiriyor. Sistemi değiştiriyor, ekonomiyi değiştiriyor, her şeyi değiştiriyor. Dolayısıyla bu çok önemli bir sorun. Gittikçe artıyor. O nedenle de bizim yaptığımız çalışma gerçekten tekrar söylüyorum. Son derece gerçekçi rasyonel, akılcı ve uygulanabilir bir yol haritası. Onun üzerinde konuşmaya devam edeceğiz. Haklısınız.”
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul teşkilatı ile bir araya geldi