34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
3383547฿%-1.41425
İstanbul Tabip Odası (İTO), geçtiğimiz günlerde İstanbul’daki kızamık hastalığının endişe verici boyutlara ulaştığı uyarısında bulunmuştu. Yapılan açıklamada kızamık hastalığı nedeniyle acil servislere başvuru sayısının artış gösterdiği belirtilerek, bu hastalık nedeniyle çocuk ölümleri yaşandığı bildirilmişti.
Türkiye’de uzun yıllar boyunca sürdürülen çocukluk çağı aşılamalarıyla neredeyse ortadan kalkan salgın hastalıkların yeniden görünmesi endişeleri artırıyor.
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Ertuğrul, Türkiye’de yeniden ölümlere ve salgına neden olan kızamık hastalığını GerçekGündem’e anlattı.
Prof. Dr. Bülent Ertuğrul, kızamık vakalarındaki artışı iki temel maddeyle açıklıyor ve geçici koruma statüsündeki Suriyeliler ile diğer ülkelerden gelen göçmenlerin sağlık verilerinin Türkiye tarafından takip edilmediğini hatırlatıyor:
“Bence birinci neden; Türkiye’de çocukluk çağı bulaşıcı hastalıklarla ilgili aşı yapılma oranı düşmeye başladı. Neden olarak etkili olan aşı karşıtlığını, birtakım toplumsal hurafeleri, bilim dışı inanışları sayabiliriz. Buna bağlı olarak da çocukluk çağında aşı yapılma oranları ne yazık ki düştü.”
“Kızamık gibi aşıyla korunan hastalıklar belirli bir toplumsal bağışıklık seviyesine ulaştıktan sonra toplum kendiliğinden korunmaya devam eder alttan gelenleri aşıladığınız süre boyunca. Aşı oranları düşmeye başladıktan sonra özellikle ileri yaşta aşıların etkinliği azalınca hastalık görülmeye başlar. Ama hastalığın görülebilmesi için de hastalığın o toplumda bulunması gerekiyor. Burada ikinci faktör devreye giriyor; ülkemiz sınırları uzunca bir süredir kontrolsüz bir biçimde milyonlarca diyebileceğimiz göçmenin akınına uğramış durumda ve bunların sağlık verileri ile ilgili hiçbir kayıt elimizde yok. Hangisi hangi hastalığı taşıyor? Bunların çocukluk çağına ilişkin aşıları yapılmış mı? Bunlara ilişkin hiçbir verimiz yok. Bir de topluma böyle bir karışım olunca, toplumda da aşı yapılma oranı düşmeye başlayıp, duyarlı insan sayısı artmaya başladığında da doğal olarak bulaşıcı hastalığın görülme sıklığı artmaya başlar. Şu anda yaşadığımız durum bu.”
“Bunun bir an önce bir kayıt altına alınması, veri tutulması ve yeniden toplumsal bağışıklığın sağlanabilmesi amacıyla aşılama çalışmalarının yeniden yapılması gerekiyor. Ama bu hükümet ve Sağlık Bakanlığı yapar mı? Bu noktada gerçekten şüphelerim var” ifadeleriyle iktidarın sağlık politikalarının güven vermediğine vurgu yapan Prof. Dr. Bülent Ertuğrul, diğer ülkelerin yabancı girişleriyle ilgili politikalarını şu sözlerle hatırlatıyor:
“Siz bir dış ülkeye, gideceğiniz zaman vize alma başvurusu sırasında size sağlığınız ile ilgili onlarca soru sorarlar ve bununla ilgili belgeleri de (örneğin tüberküloz da içinde olmak üzere aşılarınız olup olmadığına dair evraklar) isterler. Her yıl ülkemizden binlerce insan Suudi Arabistan’da Hac ziyaretinde bulunuyor. Suudi Arabistan hükümeti bu insanlardan belirli aşıları yapmalarını zorunlu olarak talep ediyor. Örneğin menenjit aşısı; o insanlar menenjit aşılarını yapmadan Suudi Arabistan topraklarına giremiyorlar, Hac ziyaretini gerçekleştiremiyorlar.
Bizim ülkemize şu anda öyle bir kontrolsüz giriş var ki hangi hastalığı, kim, nasıl taşıyor, aşıları yapılmış mı? Bunlara ait hiçbir şey bilmiyoruz.”
6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ilde önemli kayıplara neden olan, tüm Türkiye’yi derinden etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremler ile yaşanan afetin kızamık salgınına etkisini sormamız üzerine Prof. Dr. Bülent Ertuğrul değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“Deprem felaketinin etkisi bu iki temel faktörden daha geride. Deprem bölgesinde de aşı çalışmalarında, özellikle aile hekimliği yani koruyucu hekimlik çalışmalarında ciddi eksiklikler olduğunu Türk Tabipler Birliği raporlarından biliyoruz. Hala yeterli hijyen koşullarının oluşmadığını, bulaşıcı hastalıklar ile ilgili yeterli önlemler alınmadığını ve koruyucu hekimliğe ilişkin çalışmaların çok yetersiz olduğunu biliyoruz. Elbette bir etkisi var, olabilir. Temel neden aşı yapılma oranlarının düşmesi ve milyonlarca kişiye varan, kontrolsüz, kayıtsız biçimde ülkemize giren sığınmacı nüfusu.”
Bülent Ertuğrul, sığınmacılar ve geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilerin salgına etkisini açıklamalarının insan hakları gerekçesiyle eleştiri aldığını ifade ederek sorunun kaynağının hükümetin toplum sağlığını tehlikeye atan ‘kontrolsüz geçiş’ politikaları olduğunu hatırlatıyor:
“Böyle söylemler geliştirdiğimiz zaman birdenbire; “Bunlar insan haklarına aykırı” diye suçlanmaya başlıyoruz. Ben bunların hepsini ideolojik olarak kabul ediyorum, elbette insanlar başka ülkeye sığınmak zorunda kalabiliyorlar. Elbette bu insanlar bir yerlere gidecekler. Bunun kontrolsüz olması sıkıntı yaratıyor. Bu insanları sığınmacı olarak kabul ediyorsak eğer o insanları, sağlık verilerini, hangi aşıları yaptırdıklarını, hangi hastalıkların var olduğunu kayıt etmek gerekiyor. Bunları yapmadığımız zaman ne yazık ki ülkedeki bulaşıcı hastalıklar konusundaki kontrolünüzü yitiriyorsunuz. Şu anda bunu yaşıyoruz. ‘Sığınmacılar gelmesin, hepsini def edelim, hepsini otobüslere bindirip ülkelerine gönderelim’ gibi bir yaklaşım bana göre de insan hakları açısından doğru değil. Ama kabul ettiğiniz kişilerin kontrolsüz biçimde girmesini engelleyebilirsiniz. Sorun da orada. Hükümetin kontrolsüz biçimde girişe izin vermesi abesle iştigal.”
“Geldiğimiz noktada ne yazık ki bulaşıcı hastalıklar tekrar, yavaş yavaş hortlamaya başladı. Bunun ilk örneklerini de kızamıkla görüyoruz. Kızamık en belirgin örneğidir. Bunun dışında suçiçeği, kabakulak gibi diğer bulaşıcı hastalıkları, belki de difteri ve boğmacayı da görmeye başlayacağız ülkede. Bizim ülkemiz sağlık ocağı sistemi ve cumhuriyetin kazanımı olan aşılama sistemi sayesinde bunları unutmaya başlayan ülkelerden bir tanesiydi. Dünya Sağlık Örgütü’nün başarılı ülkelerinden bir tanesiydi. Şu anda geldiğimiz noktada bunları söyleyebilmek çok zor” ifadeleriyle Türkiye’de uzun yıllar boyunca devam ettirilen çalışmalarla ortadan kalkan hastalıkların yeniden görülebileceğine vurgu yapıyor.
Prof. Dr. Bülent Ertuğrul, çözüm için 1960’lı yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan ve AKP iktidarı döneminde uygulamaları aşama aşama sonlandırılan ve koruyucu sağlık hizmetlerinin mihenk taşı olan Sağlık Ocakları sistemini örnek gösteriyor:
“Düzgün veri almaz ve koruyucu hekimlik çalışmalarına gereken önemi tekrar vermezsek ne yazık ki önümüzdeki dönem çok da parlak değil. Burada hükümetin sağlık politikalarına da bakışı çok önemli. Siz sağlığı koruyucu hekimlik hizmeti olarak değil de tedavi edici bir hizmet olarak algılamaya başlarsanız o zaman bu tür bulaşıcı hastalıklarla ilgili çalışmaların tümünü geri plana itersiniz ve buna bütçe ayırmamaya başlarsınız. Şu anda yaşadığımız süreç bu. Geçmişte aşı kampanyalarının büyük bölümünü sağlık ocakları yani 1960’larda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine dair kanunla beraber gelen sağlık ocakları yapıyordu. Burada Nusret Fişek Hocayı da saygıyla anmak gerekiyor. Onların sayesinde tüm Türkiye’ye yayılan sağlık ocağı sistemi tüm aşılama çalışmalarını, 15-49 yaş arası kadın izlemlerini, hamile kadın izlemlerini, 0-1 yaş arası tüm çocukların izlemlerini yapar ve bu verileri hemen merkezi birime yani Sağlık Bakanlığı’na aktarır. Ve bu verilerle koruyucu sağlık hizmetlerinde neler yapabileceğinize ilişkin bir planlama yapma şansınız olurdu.”
“Ama şu anda sağlık hizmetleri bu tür koruyucu hekimlik hizmetlerinden hızlı bir biçimde tedavi edici hizmetlere doğru yöneldi. Şehir Hastaneleri’nin yapılması, hasta garantili, tetkik garantili hastaneler gibi… Burada sağlık alınıp satılabilir bir meta haline dönüşmüş durumda.”
“Sağlık Bakanlığı’na ‘Şeffaf olun’ diyoruz ama Sağlık Bakanlığı şeffaf olamıyor. Çünkü elinde şeffaf olacak doğru düzgün veri de yok. O verileri de toplayamıyorlar. Sağlık Bakanı’ndan ‘Elimizde yeterli veri yok, o nedenle açıklayamıyoruz’ demesini beklemiyoruz. Koruyucu hekimlik hizmetleri tamamıyla ikinci plana itilmiş durumda.”
Korkutan salgın açıklaması: Kontrolsüz bir giriş var, hiçbir şey bilmiyoruz