Türkiye'nin gündeminden yoksulluk uzun süredir düşmüyor.

Alım gücü günden güne azalırken konuyla ilgili tartışmalar da devam ediyor.

Akademisyen Fatih Yaşlı, Türkiye'de vergi yükünün zenginlerin değil, yoksulların sırtında olduğunu belirtti.

Son seçim anketi sonuçları geldi! Bugün seçim olsa hangi parti yüzde kaç oy alır?  Fark açılıyor Son seçim anketi sonuçları geldi! Bugün seçim olsa hangi parti yüzde kaç oy alır? Fark açılıyor

Yaşlı, zengin şirketlerin her türlü muafiyet ve istisnadan yararlandığını kaydetti.

Fatih Yaşlı, SoL Haber'e yazdığı köşe yazısında, "Türkiye’de vergi yükünün zenginin, patronun, çok kazananın değil, işçinin, memurun, köylünün sırtında olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Toplanan vergilerin içerisinde dolaylı vergilerin payının dolaysız vergilerden katbekat fazla olduğunu özellikle son KDV ve ÖTV zamlarıyla birlikte yaşayarak öğrendik. Şirketler her türlü muafiyet ve istisnadan yararlanırken, farklı şekillerde vergiden kaçınırken ya da vergi kaçırırken emekçilerin vergisi bordroda kesiliyor, sermaye kesimi neredeyse hiç vergi ödemezken bütün yükü emek kesimi taşıyor." sözlerini kullandı.

Fatih Yaşlı'nın yazısından öne çıkanlar şu şekilde:

♦ Biliyorsunuz beşli çetenin iki üyesi Limak ve İC şu aralar maden çalışmaları için Akbelen’deki ormanları talan etmekle meşgul. Bu iki üyenin kurmuş olduğu konsorsiyumun adı YK Enerji. İşte bu YK Enerji’ye 2018-2023 yılları arasında devletten verilen vergi teşvikinin miktarı tam 1 milyar 14 milyon 331 bin lira ve üstelik dolara endeksli. Peki şirketlere dövizle teşvik verenler şirketlerin ödeyecekleri borç söz konusu olduğunda ne yapıyorlar?  Yaptıkları şey tam tersi bir şekilde borçları TL’ye çevirmek. CHP milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın belgeleriyle ortaya koyduğu üzere, İC İçtaş ve Limak’a ait Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerindeki özelleştirme borçları dolardan TL’ye çevirmiş ve böylece bu iki şirketin devlete ödeyeceği borç yüzde 21. 21 oranında azalmış, bunun kamuya toplam zararı ise tam 566 milyon dolar olmuş.

♦ Türkiye sermaye sınıfı bitimsiz bir “ilkel birikim” döneminin içerisinde doğayı, denizi, ormanı, her türlü kamusal alanı gasp ediyor, sermaye birikimi bir talan ve yağma süreci şeklinde ilerliyor ama bu da yetmiyor. Bir yandan kamudan sermayeye çılgınca bir servet aktarımı yapılırken diğer yandan da sermayenin borçları affediliyor, türlü dalavere, türlü hile ile aşağıya çekiliyor. Yani memlekette “her şey sermaye için” yapılıyor. Sonra da bu soygun düzeni devam etsin diye önümüze vergi kaçıran dönercinin, hassas vatandaşın ve vatandaşa teşekkür eden bakanın başrolünde olduğu berbat bir senaryo atılıyor, bu müsamereden keyif almamız isteniyor.

♦ Halkı daha da yoksullaştırmak için sadece bunlar mı yapılıyor peki? Hayır elbette. Teknik adı “parasal sıkıştırma” olan bir yöntemle, halkın elindeki son çare olan “borçlanarak yaşamak” da daha maliyetli hale getiriliyor, daha zorlaştırılıyor. Milyonlarca kişi kredi kartıyla, tüketici kredisiyle, nakit avansla vs. ayakta kalmaya çalışırken 25 Temmuz’da alınan kararla kredi kartı nakit kullanımı ve kredi mevduat hesaplarına uygulanan aylık faiz 2.89’a, kredi kartı gecikme faizi ise 2.13’e yükseltilmiş durumda. Ancak “sıkılaşma” bununla sınırlı değil; BDDK’nın son aldığı kararlarla birlikte bankalardan bireysel kredi kartı ve tüketici kredisi verirken risk ağırlıklarını artırmaları, dolayısıyla dar gelirlilere kredi kartı ve kredi vermenin zorlaştırılması isteniyor.

♦ Yani bir yandan yapılan zamlarla öte yandan borçlanmanın maliyetinin artırılmasıyla halkın kemeri ya da boynu, adına her ne derseniz, daha sert bir şekilde sıkılıyor, talebin düşürülmesi adına milyonların alım gücü hızla aşağıya çekiliyor, geniş kitleler bilinçli ve elbette ki liyakatli bir şekilde yoksullaştırılıyor. O esnada şirketlerden, holdinglerden bankalardan doğru dürüst vergi alınmıyor, borçları hafifletilirken verilen teşvikler artırılıyor.

♦ Türkiye’de bir yandan korkunç bir bölüşüm şoku yaşanır ve emeğin üretilen zenginlikten aldığı pay giderek azalırken, öte yandan ise uzun ve güvencesiz çalışma saatlerinin damgasını vurduğu korkunç bir emek rejimi inşa edilirken buna direnebilecek bir örgütlü işçi sınıfı bulunmuyor. Bu ise yağma ve talanın saltanatından, yani içinde yaşadığımız cehennemden neden bir türlü çıkamadığımızı gösteriyor.

♦ Örgütlü bir işçi sınıfının, yan yana durup hesap soramayan, greve gidemeyen, miting yapamayan, üretimden gelen gücünü kullanamayan emekçi kitlelerin yokluğunda demokrasinin de ücretlerin de gelir dağılımının da vergi yükünün de hali ortada.

♦ Eşitlik, adalet, özgürlük… Eğer işçi sınıfı varsa bunlar da var ve eğer işçi sınıfı yoksa hiçbiri yok. Ya sınıfın damgasını vurduğu bir siyaset sahneye çıkacak ya da bu cehennemden çıkmak asla mümkün olmayacak.

Editör: Batuhan Yavuz