36,6489$% 0
40,1468€% 0.2
3.564,02%0,79
5.847,00%0,63
23.313,00%0,62
3033273฿%-0.87753
Seçim kampanyaları boyunca ABD başkanı Donald Trump’ın Müslüman ABD seçmeninden dahi oy almasına sebep olan o dilinden düşürmediği o meşhur “barış” söylemini hepimiz hatırlıyoruzdur.
“Ben olsaydım Rusya- Ukrayna savaşı olmazdı” …
“Savaşları bir günde bitirebilirim. Dünyaya “barış” getireceğim…”
Tabii ki küresel kamuoyunun kısmen umut var hislerle dolmasını sağlayan bu “barış” söyleminin altının sözün sahibi tarafından çok farklı manalar ile doldurulduğunu da Trump’ın göreve gelir gelmez yaptığı saldırgan ve tehditkâr hamleler ile gördük, görüyoruz. Göreve gelir gelmez Trump tarzı “MAGA” anlayışının sağlamasını yaparcasına tek tek ABD ekonomisine ve ABD’nin içinde bulunduğu büyük borç dar boğazına çare olarak gördüğü aşikâr olan adımları atmaya başlamıştı yeni ABD Başkanı. Grönland’dan tutun Meksika Körfezine, Panama Kanalı’ndan, ABD dış yardımlarının kaynağı olan USAID’in kapanmasına ve Avrupa ülkelerini NATO bağlamında oldukça sert bir dille eleştiriye kadar pek de “barış” söylemiyle hemhal olmayan adımlar silsilesine şahit olduk.
Aslında düne kadar söylem ve vergi uygulama boyutunu aşmayan bu hamleler, dün ABD’nin Yemen’in Sada ve Zamar kentlerinde Husileri vurması ile askeri bir eyleme de dönüşmüş oldu…
Böylece Trump 2.0 döneminin ilk askeri hamlesi de kayıtlara geçmiş oldu. Peki kim bu İran destekli olarak anılan Husiler ve neden Trump ’un radarındalar?
1992 yılında Mümin Gençler Hareketi olarak kurulan gurup, Yemende yavaş yavaş siyaset sahnesine nüfus etmeye başladı ve sonrasında Ensarullah Cemaati adını aldı. Hüseyin el- Husi önderliğindeki Husiler 2004 yılında Yemen Hükümeti ile çatışmaya başladığında silahları ellerine almışlardı ve devam eden yıllarda 2012 de Cumhurbaşkanının gidişinin ardından Husiler başkent dahil birçok stratejik noktayı kontrol etmeye başlamışlardı bile. Zaman zaman Suudi Arabistan önderliğinde gerçekleştirilen operasyonlara rağmen Husiler Yemende hala aktif bir güç konumundalar. İran ile olan ittifakları, bölgesel güç mücadelelerini körüklemiş ve Husileri Orta Doğu’nun jeopolitik karmaşık ortamında kritik bir aktör konumuna getirmiştir. Balistik füzeler, insansız hava araçları ve deniz mayınları da kullanan Husiler ayrıca ABD için İsrail güvenliği bağlamında da tehdit olarak görülmekte.
Gelelim son cereyan eden hadiselere…
ABD’nin Yemen’e olası saldırısının işaretleri birkaç gün önce eski Başkan Donald Trump’ın açıklamalarıyla başladı. Trump, İran hakkındaki tartışmaların yakında gündemi domine edeceğini ima ederek bölgesel gerginlikleri ateşlemişti. ABD’ye göre nükleer potansiyel tehdit olmasın hasebi ile İran yıllardır hedef tahtasında.
İran’ın yeni liderliği, ABD için nükleer tehdit oluşturmadığını sürekli olarak dile getirmesine etmesine rağmen İran, Trump’ın tehditlerinden tabi ki kaçamadı zira olayın ekonomik boyutunu da bu noktada hesaba katmak gerekiyor…
Bizzat Trump İran’ı birkaç gün önce açıkça tehdit etmişti ve dün itibarı ile Şii Direniş Ekseninin önemli bir parçası olan Husilere saldırı aracılığıyla İran üzerindeki baskıyı artırdı.
Husiler, stratejik konumları nedeniyle Kızıldeniz ve Hürmüz Boğazı üzerinde kontrol sağlayabildiği aşikâr ve geçtiğimiz yıllarda ABD, İngiltere ve İsrail’e bağlı ticaret ve petrol gemilerine yönelik saldırıları da bilinmekte. Hal böyle olunca bölgesel hakimiyet ve İran’ı uyarma maksadının yanı sıra mevcut deniz ticaret yollarının kullanımının güvenliği, tedarik zincirlerindeki kesintiler, artan lojistik maliyetleri ve yükselen petrol fiyatları, Husileri ABD için ekonomik olarak da bir tehdit haline getiriyor. Tam da bu noktada Trump, ABD varlıklarını koruma ve Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünü sağlama gerekliliğini vurgulayarak Husilere karşı yapılan hamlenin açıklamasını yapıp İran’ı Husilere desteğini durdurması konusunda uyarıyor ve böylece Trump’ın barış söyleminin yolunun ABD ekonomik çıkarları söz konusu olduğunda, diplomasi veya barışçıl uzlaşmalardan çok uzaklarda bir yerde olduğu gerçeği gün gibi ortaya çıkıyor…
Velhasıl, olayların nasıl evrileceği tarafların vereceği muhtemel karşılıklara bağlı olmakla beraber, tüm bunlar akıllara şu soruları getirmekte; Trump, İran’a Husiler üzerinden baskı kurarak müstakbel ABD çıkarlarına uygun anlaşmaların akdedilmesine zemin hazırlamayı mı, yoksa yeni bölgesel hâkimiyet çekişmelerini körükleyerek farklı planları yürütmeyi mi hedefliyor?
Neyi yanlış yapıyoruz?